Grubumuzun Onursal Başkanı Hasan Çıkar 1935 yılında Makedonya’nın Üsküp şehrinde dünyaya gelmiştir. O dönemlerde Üsküp şehri kültür, sanat ve akademik anlamda Balkanların en önemli merkezlerinden bir idi. Hasan Çıkar çocukluk yıllarında, birçok manevi kuruluşun da yer aldığı kentte dini eğitim almıştır. Üsküp’te bulunan Murat Paşa Camii ve Yahya Paşa Cami’lerinde görev alan Hasan Çıkar, eğitimini tamamlayarak ailesiyle birlikte 1959 yılı sonlarında İstanbul’a göç etmiştir.

Ailesinden aldığı dini terbiye ve Üsküp’teki tasavvufi çevrelerin etkisiyle İstanbul’da daha da çok yoğunlaşan tasavvuf sevgisi ve ilgisi O’nu önce kitap okumaya ve araştırma yapmaya yönlendirmiş daha sonrada İstanbul’daki tasavvufi çevrelerle kaynaşmasıyla devam etmiştir. Girdiği çevrelerde yaptığı Mevlana aşkıyla dolu olan konuşmaları, kendisini daha önceleri Üsküp’ten tanıdığı ve ileride ilham kaynağı olacak Hakkı Dede’ye kadar götürmüştür.



                  Böylece Onursal Başkanımız Hasan Çıkar 1960 yılında Üsküp Mevlevihanesi’nin son postnişini Hakkı Dede ile tekrar karşılaşmış ve hayatında yeni bir dönem açılmıştır. Hakkı Dede’yle karşılaştıktan ve O’nun güzelliklerini gördükten sonra O’nun öğrencisi olmuş ve Mevlevi Kültürüne gönül vermiştir. Bu tarihten itibaren Hakkı Dede’nin yanında bulunmuş ve aralarındaki mana dolu o yüce ilişki Hakkı Dede’nin kendisine manen soyunması ile devam etmiştir. Böylece 1965 yılında Hz.Mevlana’nın manevi temsilciliğine ulaşmıştır.

1987 yılında Konya’da düzenlenen Şeb-i Arus törenlerinde postnişin sıfatıyla Hz. Mevlana’yı temsil etmiştir.

Hz. Mevlana’nın 700 yıl önce kullanmış olduğu kırmızı renkteki meydan postu, Hz.Mevlana’nın Hakk’a yürümesi ile kendisinden sonra torunlarına ve halifelerine intikal etmiştir. Hz.Mevlana’nın bizzat kullandığı ve manevi değeri yüksek olan bu meydan postunu, son yüzyılın içinde sırasıyla Hz.Mevlana’nın torunlarından olan Bakır Çelebi emanetinde bulundurmuş daha sonra ise bu hizmeti Celalettin Çelebi devralmıştır. Celalettin Çelebi’den sonra Konya postnişini olan Selman Dede, 30 yıl boyunca bu emaneti korumuş ve 1993 yılında Hz. Mevlana’nın manevi buyruğu ile Hasan Çıkar’ a devretmiştir. Günümüzde Hz.Mevlana’nın manevi temsilciliğini yapan Hasan Çıkar, halen düzenlenmekte olan Sema Törenleri sırasında bu post ile hizmet vermektedir.

Galata Mevlevihanesini Yaşatma Derneği ve Evrensel Mevlana Aşıkları Vakfı’nı kurarak Hz.Mevlana’ya gönül verenlere bir hizmet zemini oluşturan Hasan Çıkar, Çağdaş Mevlana Aşıkları grubunun meydana getirmiş olduğu ilahilerin tamamına yakın olan bölümünün söz yazarıdır.

Hasan Çıkar ve bir dönem Onursal Başkanı olduğu Galata Mevlevihanesi Yaşatma Derneği; 1981 yılından, restorasyon çalışmalarının başladığı 2007 yılına kadar, İstanbul Galata Mevlevihanesi Müzesi’nde Tasavvuf Musikisi Konseri ve Sema Töreni etkinliklerini aralıksız sürdürmüştür. Ayrıca Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi’ nde her Perşembe günü halka açık düzenlenen toplantılarda, yurtiçinden ve yurtdışında gelen birçok Mevlana hayranının sorularını yanıtlamakta ve Hz.Mevlana’ nın ilahi birlik mesajını aktarmaktadır.

Gelmiş geçmiş onca düşünür, sayısız veli ve Hak aşığı içinde Mevlana kadar insanı yücelten ve insanın Tanrı katında ne kadar yüce bir varlık olduğundan bu kadar açık bahseden biri daha olmamıştır.

Sevgiyi ve aşkı onun kadar derin anlatan ve tüm insanlığa armağan eden başka birine daha rastlamak mümkün değildir.

Mevlana baştan aşağı bir tevazu abidesi ve sadece yaşadığı devrin değil tüm devirlerin aydınlık ışığıdır. Tüm insanlığın düşünen başı, duyan gönlü olan Mevlana’nın yolu sevgi ve barıştır.

Mevlana’ya göre sevgi “İnsanı hayata bağlayan zincirin en güçlü halkası ve insanı yaratanına ulaştıracak merdiven”dir. Tanrı ve insan sevgisi ile yanıp kavrulan Mevlana, son nefesine kadar insanın etrafına faydalı olmasını ve hizmet etmesini ister.

Bu konuda şöyle seslenir: “-Bir mum dahi eriyip gideceğini bildiği halde etrafına ışık saçmaktan geri durmaz, ey insan sen ki yaratanın kudretiyle dopdolu iken neden geri durasın?”

Mevlana’nın ağzından çıkan her sözü ve davranışı birlik, kardeşlik ile doludur. Seslenişi bütün insanlara ve insanlığadır.

Mevlana insanların arasındaki dayanışmaya çok büyük önem verir ve yardımlaşmanın ancak olgun insanlarda görülen güzel bir davranış olduğunu açıklarken:

-Eğer insan birbirine yardım etmiyor, birbirinin mutluluğunu istemiyorsa ve olgun değilse o insan değildir, diyor.

Mevlana en büyük işlerden en küçük ayrıntıya kadar her hususta başkalarını düşünen, kayıran, severken aynı zamanda insanların gönüllerini tamir eden, insanlardaki ıstırapları yumuşatan, fenalıkları eriten, ihtirasları, kirleri yok edip temizleyen gönüller sultanıydı.

Mevlana bütün suçların yıkanıp arındığı, bütün günahların tertemiz olduğu af ve anlayış kapısıdır. Bir gün O’na: ”-Filan kişi hiç günah işlememiş” demişler. Mevlana dudak bükerek: ”-Keşke işleseydi de sonra pişman olsaydı.” demiştir.

Her an taze bir umut saçan Hüdavendigar Hz.Mevlana’nın mizacı da hoş ve tatlıydı. Her şeyi şakaya almasını bilirdi. Birinin bir başkasına kızarak : ”-Senin postunu yüzerim“ demesi üzerine Mevlana:

– Ne iyi adammış. Biz dostun rahmetine kavuşmak için gece gündüz postu çıkarmak ve onun zahmetinden kurtulmak arzusundayız. Keşke gelse de bizi de postun derdinden kurtarsa.

diyerek hem güldüren hem de düşündüren bir insanlık ustasıydı.

Mevlana’ya göre mala ve mülke tapanların dostluğu dünyevidir.

Ona göre dostluğun şartı kendini dostuna feda etmek, dost için icabında kendini kavgalara atmaktır. Mevlana sevdiklerini herşeyi ile severdi. O’nun sevgi anlayışı basit maddi çıkarlarla kuşatılmış menfi aldatmacalar değil mert gönüllerin coşkusu ve karşılıksız sevgiydi.

Her şeyin ilacının sevgi olduğunu söylerken şöyle diyor:

– Sevgiden bakırlar altın kesilir,dertler sevgiye derman olur ve ölüler sevgiden dirilir.

Mevlana en güzel sevginin Tanrıya duyulan aşk olduğunu söylerken Allah sevgisinde yok olarak sonsuz hayatın müjdesini vermiştir. Bir mısrasında şöyle diyor:

– Sevgide derlenip toplananlar şu insan kalabalığı gibi ölmezler.

Ve bir başka yerde de şöyle sesleniyor.

– Aşksız olma ki ölü olmayasın. Aşkta öl ki diri kalasın.


Yaşadığı sürece insanı olgunlaştırıp kamil yapan sevgiyi, insanlık sevgisini esas tutan Mevlana, hudutsuz tolerans ile iyiliği, hayrı, sabrı, sakinliği, hazımlı olmayı, şiddet ve öfkeye esir olmamayı, merhamet ve affetmeyi öğreten Mesnevi’sinde şöyle sesleniyor: ”Sevgiden acılar tatlılaşır, sevgiden bulanık sular arı duru hale gelir, sevgiden dertler şifa bulur. Padişahlar kul olur.”

Dünya tarihinde hiç kimse onun kadar aşkla gıdalanmamış, hiç kimse onun kadar aşkı dile getirmemiştir. Aşıkların Mevlanası büyük bir Hak aşığıdır. Aşkta kemale ve ölümsüzlüğe ermiştir. Divan-ı Kebir ve Rubaiyat’ı sonsuz aşkının, Fih-i Mafih ve Mecalis-i Saba’sı sohbetlerinin ve yirmialtıbin beyitlik Mesnevi’si kemalatının bir eseri olarak insanlığa hakikatleri armağan etmiştir.

Şöyle diyor aşk için: ”Aşk geldi, damarlarımda derimde kan kesildi, beni kendimden aldı sevgiyle doldurdu. Benden kalan yalnız bir ad, ötesi hep O…”

Mevlana hayat sevgisini ve o muhteşem aşkı ölümsüzlük manasıyla yoğurup, kendinden sonraki nesillere bir iksir hassasiyetiyle içinde sunan bir gönül eridir. İnsanlar üzüntülerine dermanı onda bulmuş, fazilet ve hakikati onun sözlerinde aramıştır. O, inanç ve sevgi olmuştur. Ölmekte dirilmek, varlıkta yokluktur. Beraberken bile hasret çekmek, zamanda zamansızlığa uçmaktır.

Mevlana’nın bu sevgisi sabah rüzgarı kadar serin, dosttan ayrı kalmış gönüllere arkadaş olacak kadar yücedir. Hz.Mevlana’nın görüşünde aşk duyulan ve insanı var eden sevgili Hakk’ın kendisidir.

Mevlana’ya göre insanın en önemli görevi kimliğini bulması ve Tanrının hakikatine vakıf olmasıdır. Ancak bu şekilde insanlık sıfatına layık olabileceğini söylerken şöyle diyor: ”Eğer sevgilini görmediysen, bulmadıysan neden aramıyorsun? Yok eğer bulduysan, neden coşmuyorsun?

EY İNSAN

Kendini bil ey insan, bin sır ile Tanrı yüklemiş seni.

Sen ayna, O’dur güzelliğin sultanı ey insan…

Alemde ne varsa sendedir her an için,

Sen sende ara kendini, kendini tanı ey insan…


Tüm sende olan sırlar açıklansa eğer,

Gül bahçesi olurdu gök ile yer, ey insan…

İnsandan silinsin şu kibir, gör o zaman,

Her firavun sanki Musa Peygamber ey insan…


Dünyada ilk son varlıksın ey insan…

Allah katında tek varlıksın, Halife-i Haksın ey insan…

Yerin göğün tek varlığı, kainatın nurusun ey insan…

Alemler sende zuhur oldu, sen Haksın ey insan.

HASAN ÇIKAR

 

Mevlana’nın kişilerin hür iradelerine verdiği olağanüstü değer insanoğlunu adeta kutsal bir varlık derecesine yükseltir. Bunun için kendisini tanımasına ayrıca önem verir. O hiçbir doğuş farkı, sonradan edinilmiş hiçbir fark tanımadan bütün insanlığa değer verir. En kötü insanı dahi bağışlanmaya ve sevgiye layık görür. Tanrı aşkının insanı ne derecelere yüceltebileceğini bildirir. Daima yumuşak huylu olmayı böylelikle gönüllerin feth edilebileceğini belirterek şöyle der: “Kim olursan ol çevrendeki insanlardan ayrım yapmadan onların hatırını sormayı, hatırlarını ele almayı gerekli bil. Hatta o kişi düşman bile olsa ihsanda bulunmak iyidir. Çünkü ihsan yüzünden adama dost olur. Dost olmasa bile kini azalır. Çünkü ihsanda bulunmak kine adeta merhemdir.”

Hz.Mevlana sadece kendi çağında değil, temsil ettiği geniş hoşgörü, neşe, umut meşalesiyle kendinden sonraki çağlara da ışık tutmuştur. O’nun fikirleri her çağda taze, yeni ve öncüdür. O Allahın bağışlayıcı ilhamı ile günah ve kusurları hoş görebilmiştir.

O insanları birlik olmaya, Allahın birliğinde yok olmaya erimeye çağırmıştır. Kadınları aşağı gören, insan hassasiyetiyle bağdaşmayan her türlü müessese ve düşünceye karşı çıkmış büyük bir insandır.

Mevlana; kadın – erkek, zengin – fakir arasında hiçbir ayrım yapmayan gönüller sultanı, kadınların sevgi ve dostluğunu kazanmış, onları yüceltmek için özellikle onlarla sohbetlerde bulunmuştur. İnsanların dış görünüşlerine değil, özüne bakan yüce sultan onları gerçeğe yönelterek Hak nuru ile aydınlatmaya çalışmıştır.

Ahmet Eflaki Dede’nin eseri Ariflerin Menkıbeleri’nde şöyle anlatıyor:

“Konya’nın bütün hanımları her Cuma akşamı sultanın vekillerinden olan Emüniddin Mikail’in hanımının huzurunda toplanır ve mutlaka Hüdavendigar’ı davet etmesi için yalvarırdı. Bu cemaat toplanınca tam bir huzur içinde Mevlana’nın gelmesi beklenirdi. Mevlana akşam namazından sonra kimseyi rahatsız etmeden tek başına onların yanına gelir, onlarla otururdu. Kadınların hepsi O kutbun etrafında halka olurlar ve Mevlana’nın üzerine gül yaprakları dökerlerdi. Mevlana hazretleri bunların arasında sabaha kadar manalar, sırlar saçmakla, nasihat etmekle meşgul olurdu. Sonunda şarkı söyleyen cariyeler ve neyzen kadınların üflediği neyler eşliğinde Sema edilirdi.”

Hangi sınıftan olursa olsun insanlara sevgiyle yaklaşmak, onları kendi özünden haberdar edip Tanrı lezzetiyle sarhoş ederek doğru yola sevk etmek, yüce Mevlana’mızın en büyük özelliklerindendi. Bakınız bu konu Ariflerin Menkıbeleri’nde nasıl anlatılıyor:

“Sahip Isfahani hanında güzel bir kadın vardı. Kendisi erkeklerin nefsi arzularını dindirdikleri topluma uygun olmayan bir işle meşgul olmaktaydı. Bir gün Hz Mevlana bu hanın önünden geçiyordu. Bu kadın handan çıkıp koştu, baş koyup Hz Mevlana’nın ayaklarına kapandı. Son derece yalvarıp yakararak saygılarını sundu.

Yüce sultan: ”Rabia…Rabia…Rabia…” diye üç defa bağırdı.

Diğer kızlara da haber gitti hepsi dışarı fırlayıp Hz Mevlana’nın ayaklarına kapandılar. Hüdavendigar: ”Ne de büyük pehlivanlar, ne de büyük pehlivanlar, bu kadar şehveti ve kötü nefsi kim yenerdi? İffetli ve namuslu kadınların, iffeti ve namusu nasıl anlaşılırdı?” diye buyurdu.

Mevlana’nın bu sözlerini işiten devrin büyüklerinden biri “Mevlana gibi büyük bir adamın bu genelev kadınları ile böyle ilgilenmesi ve onlara böyle iltifatlarda bulunması manasızdır” der.

Bunu duyan Mevlana: ”Bu kadın olduğu gibi hareket ediyor ve olduğu gibi riyasız görünüyor. Eğer sen de erkeksen onun gibi ol, iç ve dışının bir olması için iki yüzlülüğü bırak. Eğer için dışın bir olmazsa işin batıldır, boştur.” diye buyurur. Sonunda o güzel kadın Rabia gibi tövbe ederek emrinde bulunan kızları azat etti. Ahiret kadınlarının sırasına geçti ve Hz Mevlana’ya mürit olup çok hizmetlerde bulundu.”

Çevresinde insana sevgiyi, kadına saygıyı, İslami bir kaide olarak benimseyip ömrü boyunca yaşayan Hz Mevlana eşine, kızlarına, gelinlerine, manevi evlatlarına aynı incelik ve zarafetle davranmış aralarında hep sevgi ve adaletle hükmetmiştir.

Bir gün Mevlananın kızı Melike Hatun cariyesini azarlamıştı. Hz Mevlana içeri girdi ve : ”O’nu niçin azarlıyorsun, incitiyorsun? Acaba o hanım, sen cariye olsaydın ne yapardın? İster misin ki bütün dünyaya Allah’tan başka kimsenin kölesi ve cariyesi yoktur diye fetva vereyim? Hakikatte onların hepsi bizim kardeşlerimiz ve kız kardeşlerimizdir.” der.

Büyük Mevlana Tanrının ilhamına mahzar olduğu için bütün insanlık aleminin malı olmuştur. Hiçbir din, hiçbir mezhep, hiçbir ırk ve millet farkı gözetmeksizin insanları sevmiş ve onlara sevmeyi öğretmiştir.

Hz Mevlana bu çağrısını meydana getirirken eşine rastlanmayan bir incelik ve sabır göstermiş, sahip olduğu Tanrının güzel vasıflarıyla yaratandan ötürü tüm yaratılmışların arasında bir ayrım yapmadan hoşgörüyü, sevgiyi ikram etmiştir.

HASAN ÇIKAR